Astral Boyutlar – Auralar!
Auralar – gezegenler, galaksiler, evrenler üzerinde yedi kez tekrarlanan versiyonların – eğer 3B Dünya’yı da sayarsan sekiz tanedir. Yani tüm evren yedi kez daha, her biri bir öncekinden daha yüksek bir titreşimde tekrarlanır; bu yüzden ki onları çıplak gözle göremezsin.
Yine de her bir versiyonun Eterik ikiz ve çakralar aracılığıyla sana (bu 3B bedene) bağlıdır.
Bunu anlayabiliyor musun?
Dahası, aynada sana bakan kişinin, aslında hiç de sen olmadığın gerçeği bu konuyu daha da karıştırır. Sen ruhsal bir kuvvetsin. Bedenini sadece bu Dünya gezegeni ile bir bağ kurabilmek için kullanıyorsun.
Bedenin, SEN tarafından hareket ettirilen bir robot, bir kukladan ibaret. Eğer SEN’i görebiliyor olsaydın, yalnızca bir ışık küresi görürdün. Fakat bu küre senin Tanrı ruhunu, kişiliğini ve seni sen yapan diğer tüm duygularını barındırıyor. Bunu anlayabilir misin? Şimdi, diğer tüm frekanslardaki diğer SEN’ler de birer ışık küresi. Yukarıda bahsettiğim gibi, vücuduna çakralar yoluyla bağlanıyorlar.
Ancak, ve bu kısmı anlamak zor, hepsini toplarsan, yine de SEN’i elde ediyoruz! Sekiz versiyonunun sekizi de aslında toplamda SEN’i oluşturuyor.
Bunu anlaması zor olabilir. Karışık olduğunu söylemiştim.
Ruh dünyasının çeşitli versiyonlarında bulunan, yedi farklı SEN versiyonlarına mistikler tarafından farklı işlevler atfedilmiştir. Duygusal beden, zihinsel beden, nedensel beden ve benzerlerinden bahsetmekteler. Tüm bunları anlamaya kalkışmayın, bazı Hintlerdeki gibi bir şeyleri kalıba sokmayı seven bir beyniniz yoksa sizi delirtir. Ben tüm bunlarla kendimi yoramam. Gerekli değil.
Aslında ışık küreleri gibi görünecek olan yedi farklı SEN versiyonlarının senin vücuduna çeşitli noktalardan bağlandığını ve her bir versiyonun sana farklı düşünce ve duygular yansıttığını biliyor olman yeterli.
SEN’in versiyonların olan bu ışık kürelerine, Auralar diyoruz.
Yani, beynin ile bedeninin oluşturduğu SEN, onun hareketini sağlayan ruhun olan SEN ve yedi farklı versiyonun olarak vücudun ile etkileşim halinde olan SEN’ler var. Bunların hepsinin toplamı Sen’sin. Anlaşılmasının zor olduğunu söylemedim mi?
Şimdi, bu diğer versiyonların, doğduğunda hiç gelişmemiş haldeler, sana bağlı yedi bebek gibi. Meditasyon aracılığı ile onlara ruhsal enerji aktarabiliriz ve tabiri caizse büyüyüp adam olurlar. Bu gerçekleştiğinde, SEN de İsa gibi tam bir birey haline gelirsin.
Bedenin, bedeninin içindeki SEN ve bu aktif haldeki yedi versiyonun var ve bedenindeki SEN onlara ulaşıp içerdikleri her bilgiyi alabilirsin. Eğer ki bu yaşanırsa, yapabileceklerinin limiti olmaz.
Bu konuda detaya inmeyeceğim çünkü yedi versiyonun da tümüyle işlevselliğini kazanmamışken üst düzey şeyler yapmayı denersen başarısız olursun. Auralar hakkında şimdilik söyleyebileceklerim bu kadar – SEN’in versiyonların.
Eterik Boyut.
Tüm bunlarla bağlantılı olarak bir şeyden daha bahsetmeliyim, ki o da 3B bedenini çok yakın bir şekilde çevreleyen bir pus olduğu ve ona da eterik ikiz dendiğidir. Şimdilik işlevine değinmeyeceğim ama şunu söyleyebilirim, biri öldüğünde bu pus kimi zaman bir süreliğine geride kalır ve biz de onu hayalet olarak görürüz. Hayalet bundan ibarettir, ortalıkta gezinen bu eterik ikiz. Bu canlı olmasa da bir süreliğine canlıymış gibi görünebilir. Nihayetinde kaybolur.
Bu, Dünya’nın eterik ikizi üzerinde durur ve aynı şekilde o da galaksimizin eterik ikizine bağlıdır.
Nasıl başladı?
Hiçbir şey barındırmayan sonsuz bir boşlukta minnacık bir yaşam noktası hayal edebilirsek, ve bu nokta hiçbir kurala tabi değil, kütlesi yok, zamanı yok, hareket kısıtlaması yok ise, bu nokta sonsuz hız ile istediği herhangi bir yere seyahat edebilir.
Yani bu sonsuz boşlukta sonsuz hızda oradan oraya seyahat ediyor ve görebildiğimiz her şeyi, tüm bu yanılsamayı oluşturuyor, en küçüğünden en büyüğüne. Fizikçilerin bulmaya çalıştığı parçacık budur.
Mekân ve zaman var olmadığı için, sadece burası ve şimdi vardır, dolayısıyla burada ve şu anda bulunabilecek tek bir şey vardır, ki o şey de var olabilecek her şeydir.
Bitki yaşamını nasıl yarattılar?
Bunu anlamak için Tanrı’yı göz önünde bulundurmamız gerekir.
Tanrı, kâinatın en temel yasası, çekim yasasının sonucudur, benzer benzeri çeker. Evrende herhangi bir düzen yokken bu yasa iş başındaydı, maddeyi maddeye ve tersine boşluğu boşluğa çekiyordu. Atomlar bir araya geldikçe bu yasa iş yapmaya devam ediyor, güzel maddelerin diğer güzel maddeleri çektiğinden emin oluyor. Uyumsuz şekiller uyumsuz şekilleri çekiyor. Canlı yaşama meyli olan moleküller de benzer elementleri kendine çekiyor vb. Çağlar boyunca tüm gördüklerimiz bu yasa tarafından oluşturulmuştur. Bu, Tanrı’nın şekillendirici elidir. Benzer şekilde bu yasadan yola çıkarak, ruhsal varlıklar ve görüp bildiğimiz diğer bütün unsurlar meydana gelmiştir.
Boş Gezegenler.
Bahsedeceğim bir şey de, güneş sistemimizdeki çeşitli gezegenlerin – Dünya, Mars, Satürn, Jüpiter vb. – her bir kişinin ve aynı zamanda galaksimizin çakra noktaları olduğu.
Açıklamama izin ver, ancak bu iş zorlu olacak ve hayal gücünü zorlamanı gerektirecek.
Önceden bahsettiğim gibi, birden fazla gibi davranır fakat aslında tek bir kişiyizdir. Dahası, galaksi canlıdır ve onun bizim bir parçamız olduğu gibi biz de onun bir parçasıyız. Yani galaksi ve sen (ve ben) aynı şeyleriz.
Fakat bunların hepsi doğası gereğince manevi – görünmez ruhsal kuvvetler. Sen görünmez bir kuvvetsin. Ben de. Galaksi de bu aynı ruhsal kuvvet. Ancak, anlatmaya çalıştığım, örneğin bir kişi sevgi ve türevleri ile alakalı astral boyuta giderse – gece göğünde gördüğümüz gezegenlerin de aynı senin gibi fiziksel bedenleri olduğundan – Venüs ve onun enerjisiyle eşleşir. Şimdi, çeşitli gezegenler – Dünya, Mars, Satürn vb., – bir gezegenden daha fazlasıdır. Her biri belli bir kuvvet veya duyguyu temsil etmesi için tasarlanmıştır. Venüs, sevgi kavramını somutlaştıran gezegendir. Mars nefret ve savaş kavramını somutlaştıran gezegendir. Fiziksel yüzeyde değil anlarsın ya, ama her gezegeni çevreleyen astral boyutlarda. Dahası, gezegen ve bizler aynı olduğumuzdan, bu yedi gezegenin her biri bu kuvvetlerin (sevgi, nefret vb.,) vücudumuza giriş çıkışını düzenleyen çakra noktaları olarak görev yaparlar.
Her gezegen her insanın çakra noktasına tekabül eder.
Bütün bunları anlaması çok zor.
Astral boyutlardan, Venüs’ün çakra noktasından insanın çakra noktasına, sevgi akacak ve o kişi sevgi hissedecektir.
Yani anlayacağın, astral boyutlar yeryüzündeki gibi taş topraktan oluşmuyor. Buralar fazlasıyla karmaşık alanlar ve kimin ne gördüğü, hangi gezegenle eşleştiği gibi unsurlara göre farklılık gösterebilir.
Eterik boyutunda Mars, Venüs’ten çok daha farklı görünebilir fakat hepsi astral boyutların bir parçasıdır.
Fakat yine de, astral boyutlara gittiğimizde zihnimiz gördüklerimizden – daha doğrusu hissettiklerimizden – bir anlam çıkarmaya çalışır. Bu nedenle gözlemlediklerim gerçekte orada olup biten mi yoksa zihnimin ve duygularımın onları yorumlamaya çalışması mı emin değilim.
Bu yüzden de belli bir mizanseni anlatmaktan bilinçli olarak kaçındım.
Aynı sebeple, astral boyutlardaki seyahatlerimde nadiren insanlar veya şehirler görürüm (cennet hariç tabi). Astral boyutlar duygularla doludur, insanlarla değil.
Bu, astral boyutlarda insanlar yok demek değil. Hepsi olmasa bile çoğu uzaylı ziyaretçilerimiz astral boyutlardan geliyor. Ancak yukarıda bahsettiğim bağlamdaki astralin daha farklı yönlerinden gelirler.
Çok şey konuşup az anlattığım için özür dilerim.
Astral çok karmaşık bir konu.
Bu dersi indirmek için lütfen linke tıklayınız:
PDF - Yaşamın Çeşitli Yönleri